Bu Blogda Ara
16 Nisan 2011 Cumartesi
One Flew Over the Cuckoo's Nest-Guguk Kuşu
Ken Kesey'in 1962 tarihli romanı aynı adla 1975 yılında sinemaya uyarlanmıştır.Filmde deli numarası yaparak hapishaneden akıl hastanesine sevkedilen Randle Patrick McMurphy'nin (Jack Nicholson) yaşadıkları anlatılır.Sakin bir şekilde başlayan gayet komik devam eden film McMurphy'nin trajik sonuyla biter.Karakteri sinema dünyasının unutulmazları arasına sokan Jack Nicholson rolün hakkını fazlasıyla vermektedir.
Yönetmen Milos Forman'nın en önemli yapıtlarından biri olan film aldığı ödülleri gerçekten hak ediyor.Hastaneyi sistemin kendisi olarak düşündüğümüzde Hemşire Ratched sistemin otoriter yönünü, sağır ve dilsiz rolü yapan Şef Bromden (romanda olaylar onun ağzından anlatılır) etliye sütlüye karışmadan yaşayıp giden tipleri, hastaların birçoğu ise zaman zaman sistemin dışına çıkmaya çalışan ama sonunda Hemşire Ratched'in otoritesi altında ezilen insanları temsil ediyor.McMurpy ise sistemle hiçbir zaman uzlaşamamış kendisiyle beraber çevresini de otoritenin dışına çıkarmaya çalışan insanları temsil ediyor.Hemen her karakteri hayata bir gönderme olan filmde asıl çatışma ise Hemşire ve McMurphy arasındadır.Aralarindaki bu çatışmayı filme çok iyi yansıtan her iki oyuncu da ( Lousie Fletcher ve Jack Nicholson )Oscar ödülü kazanmıştır.
McMurphy'nin hastalara yüklediği özgüven hatta onları hastaneden kaçırıp tekneyle denize açılması hastaların birçoğunda olumlu etkiler yaratacaktır.Bu ilerlemenin en önemli nedenlerinin ise gelişme gösteren hastaların aslında tedavi edilemez akıl hastaları olmamaları, bu durumlarının ana nedeninin ezilmişliklerini kabullenmelerinden kaynaklandığı, McMurphy'nin daha hastaneye girer girmez onlara öteki insanlara davrandığından farklı davranmaması olduğu söylenebilir.Hastaların bir kısmı ise gerçekten dışarıda yaşamayacak kadar hasta olduklarindan değil dış dünyadan korktuklarından kapalı kalmayı tercih etmişlerdir.
A.Özünal
29 Mart 2011 Salı
Jose Saramago-Körlük
Nobel ödüllü, Portekizli yazar Jose Saramago'nun sarsıcı bir romanı olan Körlük 2008 yılında sinemaya uyarlandı.Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente hızla yayılır ve hükümet körleri karantinaya almaya başlar. Körlük öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır.
Romanda hiçbir karakterin adı yoktur.Karakterler doktorun karısı,1. kör, taksi sürücüsü, hırsız, siyah gözlüklü kadın...gibi unvanlarla anılırAynı belirsizlik konunun hangi ülkede hangi şehirde geçtiği konusunda da vardır.Romanda olaylar zaman zaman Doktorun Karısı'nın gözünden aktarilir.Doktorun karısı kör değildir ancak kör taklidi yaparak eşiyle beraber karantinada yaşar.Karantinadakiler dişarıdan kendilerine gönderilen yiyeceklerle yaşamlarini sürdürürler.Ancak içerideki yaşam salgının önlenememesiyle insani değerlerin yok olduğu bir noktaya gelir.
Başlarda hastane görünümü taşıyan karantina merkezi zamanla hapishaneye hatta neredeyse bir toplama kampına dönüşür.Karantinada bir grup ele geçirdikleri silahla çeteleşir ve tüm yiyecek kontrolünü eline geçirir.Çetenin başindakilerden biri ise diğerlerinin aksine doğuştan kör olan ve öteki körlere göre doğuştan gelen bu üstünlüğünü koruyan adam vardır!
Eser politik bir alegori olarak düşünüldüğünde ise Saramago'nun sözde demokratik kurumlarin düştüğü ( ya da düşeceği) çıkmazları, körlük metaforuyla da insan doğasının karanlık yönlerini göstermeyi amaçladığı düşünülebilir.İsmi verilmese de uygarlığın uç noktalarına erişmiş bir toplumun bütün bir sistemi nasıl kolayca yok edebileceğini görürüz Körlük romanında.
Filmde ve romanda en çok eleştiri konusu olan noktalardan biri doktorun karısının(filmde Julian Moore canlandırıyor) gözleri görmesine rağmen neden harekete geçmekte zayıf kaldığı, nasıl olup da çetenin elindeki silahı alamadığı sorususudur.Doktorun karısı özünde iyi, fedakar bir insan olsa da gerçekten harekete geçme konusunda zayıftır, belki de bu karakter aracılığıyla Saramago eleştirisini toplumun gören gözlerine, topluma yön verme kabiliyeti olan- ancak bir noktada eksik kalan- kesime yöneltmiştir.Romanda da doktorun karısı baş anlatıcı değildir, olaylar zaman zaman onun gözünden anlatılır.
Filmde en tartışılan karakter olan-özellikle Holywood tarzı filmlere aşina olan her şeyi çözen olağanüstü kahramanlar bekleyen seyircinin beklentilerini boşa çıkarır-doktorun karısı romanda ise hakkında en çok yorum yapılabilecek karaktertir.
Romana göre takip edilmesi oldukça kolay olan film, insanı zaman zaman rahatsız edebilecek sahneler barındırsa da izlenmeye değer.
A. Özünal
Fahrenheit 451
Fahrenheit 451, Ray Bradbury'nin 1951'de basılan ünlü bilim kurgu romanıdır. Baskıcı bir gelecek toplumunun anlatıldığı bu kitap aynı zamanda distopya olarak da sınıflandırılabilir.Aynı adla sinemaya uyarlanan film, François Truffaut'ın İngilizce çektiği ilk filmdir.Bilinmeyen bir gelecekte geçen filmde yangın sorunu yangına dayanıklı evlerin yapılmasıyla halledilmiş, itfaiyecilere kitap yakma işi yüklenmiştir.
Filmin baş kahramanı Guy Montag, itfaiye teşkilatinda çalışan işini iyi yapan ve yakın zamanda terfi bekleyen sadık bir itfaiyecidir.Karısı Linda Montag ile gunlerini sıkıcı televizyon programlarını izlemekle geçirmektedir.Filmde itfaiyeciler kitap sakladiklarindan şüphenilen evleri basmakta ve kitapları yakarak imha etmektedir.Filmde ilk bulunan kitap Cervantes'in "Don Kişot" romanıdır.Bu roman bilindiği üzere romans geleneğini yıkan, dünya edebiyatında ilk roman olma özelliğini taşıyan bir eserdir.Montag'ın sıkıcı hayatı Clarisse ile tanışmasıyla son bulur.Clarisse, Montag'a :" Yaktığın kitapları hiç okudun mu?" diye sorar.Montag'ın cevabı yaşadığı toplumun çoğunu saran inanışı doğrular niteliktedir."Kitaplar insanları antisosyal yapar.O halde tüm kitaplar yok edilmelidir."Filmde toplumun hangi aşamalardan geçerek bu hale geldiği sorusu es geçilmişse de birbirlerine şüphe ile bakan komşuların hatta eşlerin birbirini ihbar ettiği paranoyak toplum yapısı çok güzel aktarılmıştır.
Montag ve Clarisse karşılaşması Montag için bir dönüm noktası olacak ve Montag gizlice kitap okumaya başlayacaktır.Montag'ın ilk seçtiği kitap-başlarda heceleyerek okumaya başlar-Dickens'ın "David Copperfield"adlı romanıdır.Bu noktaya kadar oldukça ağır ilerleyen filmin temposu Montag'ın dönüşümü ile biraz olsun hız kazanır.Montag, artık geceleri karısı Linda'dan gizli olarak kitap okumakta ve aslında antisosyal olanların çevresindeki insanlar olduğunu anlamaktadır.Bir süre sonra Montag kitap okuduğunu anlayan eşi tarafinda ihbar edilecek ve kendi kitaplarını yakmaya zorlanacaktır.Çaresiz söyleneni yapan Montag kitaplarıyla beraber emri veren şefini de yakacaktır.Montag için tek kurtuluş yolu kaçip Clarisse'nin daha önceleri sözünü ettiği ormanda yaşayan kaçak insanlarin arasina karışmaktır.Evinden kurtarabildiği tek kitapla "Edgar Allan Poe'nun Hikayeleri" ile yollara düşer.Şehir dışında yaşayan bu topluluk, kitapları kurtarmak için ezberleme yolunu seçmiş, isimlerini ezberledikleri kitaplardan alan insanlarin oluşturduğu, benzerleri ülkenin çeşitli yerlerine dağılmış kitap ezberleyen topluluklardan biridir.
Montag da bu toplulukta Edgar Allan Poe'nun eseri olarak yerini alır.Eserin başinda verilen ve eserin isiminin neden" Fahrenheit 451"sorusunun cevabı ise 451'in kağıdın yanma sıcaklığı olmasıdır.
Sinemaya uyarlanan benzer distopya örnekleri için aşağıdaki eserleri de tavsiye ederim.
Otomatik Portakal-Anthony Burgess
V for Vendetta- David Lloyd'un çizgi romanında uyarlama
Azınlık Raporu-Philip K. Dick'in öyküsünden uyarlama
1984-George Orwell
The Children of Men-P.D. James
The First Men in The Moon-H.G Wells
A. ÖZÜNAL
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)